Hukuk neye göre düzenlenmelidir? Tek çözüm yöntemi olarak Liberteryenizm

Hak nedir, hukuk neye göre belirlenmelidir, adaletten anlaşılması gereken nedir? Bir insan ne zaman ve neden bir şeyi hak eder? Hangi durumlarda neden hak etmemiştir? Sosyal meselelerle ilgili yapılan yorumlar genelde yukarıdaki soruların etrafında döner. İdeolojiler bu sorunlara çözüm bulma iddiasındadır ve kendilerince bir sosyal düzen önerirler. Bir sosyal düzen önerisinde bulunan kişi, önerisinin doğası gereği bireyin kendi vücuduyla, doğadaki kaynaklarla ve diğer bireylerle olan ilişkisi hakkında analiz ve yorum yapmalı ve bir çözüm sunmalıdır. Amaç, bireyler arasında çıkacak olan uyuşmazlıkların çözülmesi, barışçıl bir sosyal düzenin kurulmasıdır. İddiam odur ki; birey özgürlüğünü ve serbest piyasayı baz alan liberteryenizm, yukarıda bahsedilen sorunlara çözüm bulabilecek tek düşünce sistemidir. Liberteryenizm dışında önerilecek herhangi bir ilke bu sorunlara akıl ve mantık çerçevesinde bir çözüm bulamamanın ötesinde, var olan sorunları daha da derinleştirip büyütmekten başka bir işe yaramaz. Neden? Liberteryenizmin ilkeleri nedir? Neden tek çözüm yöntemi liberteryen ilkeler olmak zorundadır? Daha net ve kolay anlaşılması açısından en baştan, sırayla ve örneklerle ilerlemenin faydalı olacağını düşünüyorum. I- Mülkiyet Mülkiyet nedir? Bir şeyi mülkiyete tabi kılan özellik nedir? Neden mülkiyet gibi bir kavram olmaksızın sosyal düzeni anlamlandıramayız? A- Mülkiyet kavramının kaçınılmaz olarak ortaya çıkması Dünya üzerinde tek bir insanın yaşadığını hayal edelim… Bu kişi, dünyadaki her türlü kaynağı dilediği gibi kullanabilecektir. Çünkü herhangi bir malı kullandığı zaman buna itiraz edecek olan ikinci bir kişi bulunmamaktadır. Ortada bir uyuşmazlık yoktur, kurulması gereken sosyal bir düzen bulunmamaktadır. Benzer şekilde, dünyada çok sayıda insanın yaşadığını ancak kaynakların sınırsız olduğunu hayal edelim… Bu sınırsız kaynaklara ulaşmanın hiçbir masrafı da olmasın. Bir insan herhangi bir şeyi dilediği zaman elde edebilsin. Böyle bir durumda insanlar arasında uyuşmazlık çıkmayacaktır. Çünkü herhangi bir malı elde etmek isteyen insanın parmaklarını şıklatması yeterlidir. Bir başkasının malvarlığını dert edinmek, buna itirazlarda bulunmak, bunun için bir çaba göstermektense neden tek bir hareketimle istediğim herhangi bir şeye sahip olmayayım ki? Gerçek dünyaya baktığımızda ise karşılaştığımız manzara birden fazla insanın varlığı ve doğadaki kaynakların sınırlı olduğu gerçeğidir. Kaynakların sınırlı olması her insanın her zaman her şeyi elde etmesinin mümkün olmadığını kabullenmeyi de gerektirir. Çünkü mümkün olsaydı, zaten kaynaklar sınırlı değil sınırsız olmuş olurdu. Sınırlı olan bu kaynakları elde edebilmek için bir eylemin, çabanın, masrafın varlığı şarttır. Öyleyse şu tespiti yapmamız yanlış olmayacaktır: Uyuşmazlık, birden fazla insanın aynı mal üzerinde aynı hak/yetki iddiasında bulunmasıdır. İlgili kıt malın ne şekilde kullanılacağına dair iki farklı talep aynı anda gerçekleştirilemeyeceği için uyuşmazlık vuku bulur. Örneğin; taraflardan biri malın bir başka insana devredilmesini ister, taraflardan diğeri ise aynı malı kendisi kullanmak ister. Bu iki talebin de gerçekleştirilmesinin imkanı yoktur. Birden fazla insanın aynı kıt malı farklı şekillerde kullanmak istemesi uyuşmazlığın temelini oluşturur. Peki o zaman bu uyuşmazlık nasıl ve neye göre çözülmelidir? Açıktır ki, uyuşmazlık konusu olan malın üzerinde kimin, neden yetki sahibi olduğunu tespit etmek ve ona göre karar vermek gerekir. Bir mal, ancak o malın meşru yetkilisi tarafından belli bir kullanıma özgülenebilir. Bu kaçınılmaz problemi çözebilmek adına her bir malın belli bir karar vericisinin olması gerekir. Kabaca, kıt bir mal üzerinde yetki sahibi olma konseptinin adı mülkiyettir. Malın karar vericisi ise malik olarak adlandırılır. Böylece herhangi bir malın ne şekilde kullanılacağına dair karar verme yetkisi o malın malikine ait olacaktır. Masanın üzerinde bir elma var ise, bu elmanın başkasına verilmesi, tüketilmesi, çöpe atılması gibi seçenekler arasından hangisinin tercih edileceğine o elmanın maliki karar verir. Elmanın maliki olmayan insanların da taleplerini dikkate almak, elmanın belli bir şekilde kullanılmasını engeller. Zira aynı obje, birbiriyle çelişen amaçlar uğruna aynı anda kullanılamaz. Bir elmanın tüketilmesi ve aynı zamanda bir başkasına satılması mümkün değildir. İşte mülkiyet kavramı, uyuşmazlıkların çözümü için olmazsa olmaz bir konsepttir. Her bir malın maliki varsa, her bir malın ne şekilde kullanılacağı da objektif olarak belirlenebilecektir. A kişisi maliki olduğu elmasını yiyebilir, B kişisi maliki olduğu elmasını bir başkasına devredebilir. Uyuşmazlık çıkması durumunda ise mülkiyet konseptini dikkate alarak uyuşmazlığı objektif bir şekilde çözüme kavuşturmak mümkün hale gelir. Sonuç olarak sınırsız ve masrafsız bir doğada yaşamıyor olduğumuz gerçeği bizi otomatik olarak mülkiyet kavramına götürür. Mülkiyet kavramının zaruri olmasının gerekçesi budur. Mülkiyet, bireyler arası uyuşmazlığı en aza indirme ve mevcut uyuşmazlıkları çözme konusunda hayati bir rol oynar. Bu aşamadan sonra kimin, hangi malın maliki olacağının tespit edilmesi meselesi devreye girer. B- Öz sahiplik Üzerinde düşünülmesi gereken ilk konu, bireyin bedeniyle ilgili olarak kimin söz sahibi olduğudur. Aklı başında olan herkes bu sorunun cevabını “bir kişinin bedeni o kişiye aittir” şeklinde cevaplar. Ancak maalesef iş uygulamaya ve değerleri savunmaya geldiğinde insanların çok küçük bir kısmı bu ilkeyi istisna olmaksızın savunur. Bireyin bedeni, doğada bulunan kıt mallardan bir tanesidir. A kişisinin vücudu tek bir tane olduğuna göre mantıken sınırsız değildir. A kişisinin bedeni üzerinde birden fazla kişinin farklı taleplerde bulunması bir uyuşmazlık doğurur. A’nın bedeni (emeği) bir baraka inşasında mı kullanılmalıdır, su kaynağından kovayla su taşımak amacıyla mı kullanılmalıdır? Yoksa diğer sonsuz seçenekten bir tanesi için mi kullanılmalıdır? A’nın yiyeceği/içeceği şeyler ne olmalıdır? A’nın vücuduna yapılabilecek/yapılamayacak şeyler nelerdir ve buna kim karar verir? Görüleceği üzere beden üzerinde uyuşmazlık çıkar ve bu uyuşmazlığın tek çözüm yöntemi mülkiyettir. O bedenin maliki kimse, bedenle ilgili karar verecek olan da o kişidir. Bir insan vücudunun mülkiyeti, o vücutla ilgili karar verme yetkisine atıf yapar ve öz sahiplik (self-ownership) ilkesine göre her insan kendi bedeninin malikidir. Akla ve mantığa uygun bir şekilde bu tespitten farklı bir tespit yapmak mümkün değildir. Birey ile kendi bedeni üzerinde objektif bir bağlantının bulunması, beden üzerinde hak iddia edebilecek tek kişinin o kişi olması söz konusudur. Aksi takdirde bir insanın bedeni bir başkasına mı ait olmalıdır yoksa birden fazla sayıdaki başka kişilere mi? Yoksa herkese mi ait olmalıdır? Bu sorulardan birine evet diyen kişinin gerekçesi ne olabilir? A kişisinin bedeni neden B’ye veya B+C+D’ye veya herkese ait olsun? Böyle bir iddiayı temellendirmenin mümkün olmadığı ortadadır. Zaten A’nın bedeninin bir başkasına ait kabul edilmesi zorlamaya dayanan kölelik değil de nedir? Kaldı ki temellendirilmesi yapılamayan bu iddia uygulamaya konsa bile kararlar neye göre verilecektir? A’nın bedenini kim(ler) hangi yönde kullanacaktır? Buna kim nasıl karar verecektir? Oylama mı yapılacaktır, çoğunluğun kararı mı geçerli olacaktır? Çoğunluğun tercihi dikkate alınacaksa, azınlıkta kalanların herhangi bir yetkisinin olmadığı sonucuna varmaz mıyız? A’nın bedeni tanrı veya benzer