Devlet paramıza nasıl el koydu ve paramızla ne yapıyor?

Para, belli bir toplumda genel kabul görmüş mübadele aracıdır. Tarih boyunca toplumlar iktisadi bir malı mübadele aracı olarak kabul etmiş ve bu sayede iş birliğini, üretimi, refahı artırmışlardır. Para, genel kabul gördüğü ve herhangi bir ürün veya hizmeti satın alabildiği için ayrı bir öneme sahiptir. Paranın bu özelliğinin kaybolmaması için gereken en temel koşullardan biri paranın arzının kısıtlı olması, yani para miktarının fazlaca artırılamamasıdır (ayrıntılı bilgi için bkz: Para nedir, nasıl ortaya çıkmıştır, ne işe yarar?) Serbest bankacılık ve arzı kolayca artırılamayan para sayesinde bir piyasada paranın satın alma gücü ve fiyatlar serbestçe, yani arz-talep durumuna göre ortaya çıkar. Serbest piyasada denge fiyatı artan ürünlere olan talep zamanla düşmeye eğilimli olacaktır. Diğer her şey sabitken bir ürünün fiyatının artması, o ürüne olan talebi azaltır. Piyasada bütün ürünlerin fiyatlarının sürekli artmasını engelleyen şey, para miktarının sınırsız olmaması ve insanların taleplerini mecburen kısmak zorunda kalmalarıdır. Bir sektörde gerçekleşen fiyat artışı o sektöre olan talebi azaltır ve başka bir sektöre talep artar veya insanlar paralarını bir süre saklayıp gelecekte kullanmak ister. Ancak özellikle 20. yy’den itibaren fiyatlar sürekli artar, buna rağmen talep de sürekli artar ve sonsuz bir döngü oluşur. Normal şartlarda gerçekleşmesi mümkün olmayan bu durum, nasıl mümkün hale gelmiştir? “Tüketim çılgınlığı” kapitalizmin, yani serbest piyasanın bir özelliği midir yoksa fark etmesi daha zor olan başka bir olay mı devamlı tüketime teşvik eder? 1-) Parada (altında) sahtecilik Parada sahteciliğin ilk yöntemi, para olarak seçilen iktisadi malın miktarında (ağırlığında) değişiklik yapmaktır. Paranın kontrolünü elinde bulunduran banka (veya kral, padişah vs.) ticaret yaptığı kişiye 10 gr altın (gümüş veya başka bir maden de olabilir) verdiğini söyler; ancak o altının bir kısmını söküp yerine başka bir metal veya belli olmayacak bir karışım eklemiştir. Toplam miktar 10 gr olmasına rağmen saf altın miktarı 9,5 gr olur. Altını alan kişi bir süre sonra bunu fark ettiği zaman 0,5 gr altını çoktan çalınmıştır. Bu dolandırıcılık yöntemi fark edildikten sonra bundan kaçınmak için yöntemler geliştirmek kolaylaşır. Alış verişlerde kullanılan altın ayrıntılı bir şekilde incelenebilir ve kaç gr saf olduğu tespit edilebilir. Böylece bu yöntem ancak geniş yetkileri olan merkezi kurumlar tarafından zora dayalı olarak uzun süre devam ettirilebilir. 2-) Kağıt parada sahtecilik Kağıt para aslında para değildir. Taşıma kolaylığı ve güvenliği sebebiyle altının ağırlığına karşılık gelen ve hamiline altını talep etme hakkı doğuran bir belgedir. Bir bankanın kasasında 100 kg altın varsa o altınların tamamı müşterilere aittir. Müşteriler ise altının kendisini kullanmak yerine bankanın çıkardığı ilgili kağıt parçalarını (günümüzde “kağıt para”) kullanır. Altın, yani insanların parası güvenilir (?) ellerdedir. İnsanlar altını nasıl olsa tüketim amacıyla kullanmayacakları için çoğu zaman kağıt parçalarıyla hayatlarını devam ettirir. Bir süre sonra bankanın dikkatini çeken bir durum oluşur: Bankanın müşterilerinin tamamının aynı anda gelip kağıt parçalarını ibraz ederek paralarını geri istemeleri neredeyse imkansızdır. Çünkü toplum, parayı mübadele aracı olarak kullanır, müşterilerin belli bir kısmı paralarını talep edecek olsa da hiçbir zaman hepsi talep etmeyecek gibidir. Banka bu durumu kendi lehine çevirebilir mi? Mademki bütün müşterilerin aynı anda paralarını talep etmesi çok düşük ihtimaldir, öyleyse bankanın ekstra kağıt parçası düzenleyip piyasaya sürmesi risksiz bir faaliyet değil midir? Kasasında 100 kg altını ve piyasada 100 birim kağıt parçası olan banka, ek olarak 20 birim kağıt parçası düzenler ve bunu bir ürün veya hizmet satın almak için kullanır. Normal şartlarda piyasada güvene sahip olan bu bankanın kağıdı kimseyi şüphelendirmeyecektir ve herkes o kağıt karşılığı ürün veya hizmet sunmaya isteklidir. Çünkü o kağıt parçasının karşılık geldiği bir altın miktarı vardır. Tam bu noktada önümüzdeki tablo nedir? Kasasında 100 kg altını ve piyasada 120 birim kağıt parçası olan banka ve 20 birimlik kağıt parçası karşılığında bankaya ürün satmış olan birey. Farz edelim ki bütün müşteriler aynı anda kağıt parçalarını bankaya ibraz edip altınlarını talep ettiler. Banka, 120 birimlik kağıt parçasına karşılık gelen 120 kg altını müşterilere vermek zorunda kalır. En son 20 birimlik kağıt parçasını elinde bulunduran kişiye 20 kg altın veremeyecektir, çünkü kasasında baştan beri 100 kg altın vardır. Normal şartlarda bu durum mülkiyet ihlalidir ve bankanın o borcunu bir şekilde ödemesi gerekir. Bankanın bu şekilde sürekli olarak faaliyette bulunması, silah tehdidi uygulamasıyla olur. Zira silah tehdidi (zorlama) yoksa mülkiyet, mülkiyetin asıl sahibinin eline geçecek şekilde düzenlenecektir. Bu yöntem, tarihte kimi bankalarca kullanılmıştır ve bu bankalar müşterilerinin aleyhine zenginleşmiştir. Piyasada 500 birim parası dönen bankanın kasasında bu 500 birimin bir kısmı gerçek para (altın, gümüş vs.) olarak durur. Bu kısmi rezerv sistemi, ilerde merkezi otoritelerin de dahil olmasıyla yıkıcı sonuçlara sebep olacaktır. 3-) Bankaların bankası doğuyor: Merkez bankaları ne işe yarar? Günümüzdeki merkez bankalarına (MB) benzer ilk örnek 1694’te kurulan Bank of England idi. 1844 Bank Charter Act ile beraber yetkileri de genişledi. Zamanla diğer büyük ülkelerde benzer şekilde merkez bankaları kurdu ve nihayet ABD’de FED‘in kurulması 1913’te gerçekleşti. Merkez bankası kağıt üstünde “özel” de olsa her zaman merkezi örgütün kontrolünde bir tekeldi ve temelde 2 rolü vardı: a-) Devletin borçlarını finanse etmek ve b-) ülkedeki bankaların monopolü haline gelip serbest piyasadaki paranın sınırlı olma özelliğini ortadan kaldırarak sürekli bir şekilde parasal genişlemeye başvurmak. MB, devlet tarafından kabaca “bankaların bankası” ve son başvurulacak kredi mercii (lender of last resort) olarak kabul edildi. Kağıt para basma yetkisi ve tekeli MB’ye tanındı. Devletin yaptığı harcamalar normal şartlarda altına bağlıydı, çünkü paranın kendisi altındı. MB ise kasadaki altın miktarından daha fazlasına denk gelecek şekilde kağıt para bastı ve bu şekilde devletin sürekli borçlanmasına, sürekli harcama yapmasına, genişleyip güçlenmesine yardım etti. MB artık devletin kasası ve bütün bankaların bankasıydı. Herhangi bir banka borçları yüzünden batacak gibi olursa MB’nin desteğiyle batmaktan kurtulabiliyordu. Halbuki müdahalesiz piyasada batacak olan bir şirket ancak borçlarını ödeyerek veya alacaklılar tarafından affedilerek batmaktan kurtulabilirdi. Bütün bu süreçte “fakirlere yardım, eşitlik, adalet” gibi kavramlar bahane olarak bol bol kullanıldı. En yıkıcı savaşlar, en yüksek kamu harcamalarının gerçekleştiği dönem, merkez bankalarının kurulup güçlendiği dönemlerde oldu. Kısmi rezerv bankacılığı devlet, merkez bankası ve diğer bankaların el birliğiyle tekelleştirildi. 1933’te Franklin D. Roosevelt başkanlığındaki ABD yönetimi, vatandaşların ellerindeki altınların FED’e devredilmesini ve karşılığında kağıt banknot verilmesini emreden bir karar aldı. Altın bulundurmak ve altını devlete teslim etmemek artık suçtu. Great Depression‘ın suçu borsaya, şirketlere, serbest piyasaya atıldığı için para konusunda köklü değişimlere gitmek artık daha kolay olacaktı. 1944’te devletler bir araya gelerek Bretton Woods sisteminde anlaştılar. Buna göre ABD Doları,

İktisatta kesin bilgilere ulaşabilir miyiz?

Bir bilginin doğru veya yanlış olduğunu kesin olarak tespit edebilir miyiz? Hangi önermelerin doğru veya yanlış olduğuna nasıl, neye göre karar verebiliriz? Özellikle iktisatta bir bilgiyi doğrulamak için onu test etmek, deneyimlemek gerekir mi? Test etmek ve deneyimlemek ne zaman doğru, ne zaman gereksiz ve yanlış bir yöntemdir?

Serbest para ve serbest bankacılık

Paranın nasıl ortaya çıktığını, tarih boyunca hangi iktisadi malların hangi gerekçelerle para olarak seçildiğini ve mübadele aracı olarak kullanıldığını daha önceki yazıda gördük. Günümüzde devletlerin müdahale ederek parayı tekeline alması ve bir politika aracı olarak kullanması sebebiyle paranın tanımı ve işlevi de değiştirildi. Bunun nasıl yapıldığını anlamadan önce tamamen serbest bir piyasada, devletin en ufak bir şekilde bile müdahil olmadığı bir para ve bankacılık sisteminin nasıl işlediğine bakalım. Örnekleri insanlığın gönüllü olarak seçtiği nihai para olan altın üzerinden vereceğim. 1-) “Paranın satın alma gücü” ve “fiyatlar” Anlaşılması gereken ilk nokta paranın tüketim amacıyla değil, daha sonra bir tüketim malına sahip olmak amacıyla elde edilmesidir. Altının çeşitli amaçlarla kullanılması mümkün olsa da para olarak kullanılan altının amacı daha ilerideki bir vakitte piyasada var olan malları elde etme isteğidir. En baştan beri altının takas ekonomisindeki ortalama piyasa fiyatı insanlar tarafından biliniyordu. x gram altının karşılığında hangi üründen ortalama ne kadar alınabileceği belliydi. Buna göre zamanla altının (paranın) ve diğer ürünlerin arz ve talep durumları dalgalanıyordu. Öyleyse iki temel talepten bahsetmek mümkün: Paraya olan talep ve mallara (ürün ve hizmetlere) olan talep. Birey; emeğini, ürün veya hizmetini başka insanlara sunarak onlardan para alır, daha sonra ise bu parayla dilediği ürün veya hizmeti alır. Paranın diğer ürün ve hizmetlerden temel farkını anlamak için bir tarafta parayı, diğer tarafta ise tüm ürün ve hizmetleri düşünebiliriz. Peki paranın satın alma gücü (PSAG olarak kısaltacağım) nasıl artar veya azalır? Bunun fiyatlarla ilişkisi nedir? Fiyatların nasıl oluştuğunu bildiğimize göre aynı mantığı paraya da uygulayabiliriz. Para, mübadele aracı olma özelliğiyle diğer tüm mallardan ayrılsa da arz-talep yasası para için de geçerlidir. İnsanlar mallara değil de paraya talepte bulunuyorsa, yani parayı elde etmek için emeklerini veya kendilerine ait olan ürün ve hizmetleri diğer insanlara sunmaya istekliyse, paranın fiyatı artma eğiliminde olacaktır. Burada paranın fiyatından kasıt parayı elde etmek için elden çıkarılması gereken mal miktarıdır. Çünkü 1 dondurmanın fiyatı 5 gr altın ise, 5 gr altının fiyatı 1 dondurmadır. Eğer 1 dondurmanın fiyatı 3 gr altın olursa malın fiyatı düşmüş demektir; yani PSAG yükselmiş demektir. Artık aynı malı eskisine göre daha az para vererek elde etmek mümkündür. Dondurmanın fiyatı 7 gr altın olursa fiyat yükselmiş; yani PSAG düşmüş demektir. Öyleyse PSAG ve fiyatlar arasında mecburen ters orantı vardır. Diğer her şey sabitken, fiyatın yükselmesi mutlaka PSAG‘nin düştüğü anlamına gelir ve tam tersi. Bunun böyle olması para ve mallar arasındaki ilişkinin doğal sonucudur. PSAG‘nin yükselmesi ve aynı zamanda tüm fiyatların yükselmesi normal şartlarda (müdahalesiz piyasada) mümkün değildir. Bu iki kavram, tanımları gereği birbirinin zıttıdır. Hem PSAG‘yi hem de fiyatları ayna anda kontrol etmeye çalışmak bu sebeple mümkün değildir. İnsanlar ürün ve hizmetlere değil de paraya talepte bulunursa bunun sonucu mecburen fiyatların düşmesi, yani PSAG‘nin artması olacaktır. Dikkat edelim ki paraya olan talep paranın yoktan var edilmesi anlamına gelmez; piyasada zaten var olan ve iktisadi bir mal olan paranın (altının) elde edilmek istenmesi anlamına gelir. Serbest para ve serbest fiyatlar bu sebeple bir felakete sebep olmaz. Aralarındaki ilişki sebebiyle belli dönemlerde PSAG artabilir, belli dönemlerde ise fiyatlar artabilir. Bütün bunlar elbette ki arz-talep sonucunda meydana gelir. 2-) Banka nedir, ne işe yarar? Piyasadaki ürünlere ulaşmak isteyen bireyler en hızlı ve kolay elden çıkarılabilen iktisadi ürünü, yani parayı kullanır. Alış verişlerde kullanılan para miktarı ekonomik gelişmeyle birlikte artar. Birey, kimi işlemler için çok fazla miktarda altını yanında taşımak zorunda kalır. Bunun dezavantajları hemen göze çarpar: Zorluk ve risk. 3-5 gr altını taşımak sorun olmasa da kilolarca altınla yapılacak bir alış veriş altının ağırlığı sebebiyle zorlaşır. Aynı zaman bireylerin yanlarında sürekli altın taşıması risklidir, hırsızlık veya eşkıyalık sonucunda paralarını kaybedebilirler. Bir grup insan bir araya gelerek (şirket kurarak) toplumdaki diğer insanlara bir öneride bulunur: “Paralarınızı (altınlarınızı) bize getirin, biz onları muhafaza edip saklayalım. Daha sonra istediğiniz zaman gelip paralarınızı geri alabilirsiniz.” Böylece insanlığın gelişmesinde müthiş bir rol oynayan kurum ortaya çıkar: Banka. Tarih boyunca 2 farklı türde bankacılık ortaya çıkmıştır: Mevduat bankacılığı ve kredi bankacılığı. Kısaca inceleyelim. A-) Mevduat bankası (deposit banking) Mevduat bankası (muhafaza bankası), insanların ellerindeki altını (parayı) alarak deposunda muhafaza eder ve korur. Müşterilerinden aldığı para miktarına, yani altın miktarına denk gelecek şekilde kağıt parçası üreterek bu kağıtları ilgili müşterilere verir. Ali, 5 kg ağırlığındaki altınını bankaya verip karşılığında 5 kg altını temsil eden kağıt parçası veya kağıt parçaları alır. Banka, bu kağıtların sadece kendisi tarafından üretildiği ve güvenilir olduğu güvencesini verir. Kağıt parçaları bireyler arasında el değiştirir, insanlar altının kendisi yerine altına karşılık geldiğine emin oldukları kağıt parçasını her türlü alış verişlerinde kullanır. Bu kağıt parçalarından bir tanesini elinde bulunduran herhangi bir kişi, dilerse ilgili bankaya giderek kağıt parçasına karşılık gelen ağırlıktaki altını (parayı) bankadan talep edebilir ve banka bunu o kişiye vermek zorundadır. Çünkü mevduat bankasının deposunda bulunan altınlar bankaya ait değildir; o altınların mülkiyeti ilgili müşterilere aittir. Banka, müşterilerle sözleşme yapmıştır ve sözleşmenin doğası gereği bankanın görevi o altınları korumak ve talep üzerine, yani kağıt parçasının bankaya ibraz edilmesi üzerine ilgili altını o kişiye iade etmektir. Mevduat bankasının sunduğu hizmet ile vestiyerlik hizmeti benzerlik gösterir. Montunu vestiyere teslim edip karşılığında o montu temsil eden kağıt parçası alan kişi, kağıt parçasını vestiyere ibraz ettiği zaman montunu geri alır. Kağıdı ibraz etmesine rağmen vestiyer “montun bende değil, başkasına ödünç verdim/sattım” derse burada sözleşme ihlali oluşur ve vestiyerin yaptığı şey esasında bir dolandırıcılıktır. Bu konuya sonraki yazılarda değineceğim. Yukarıda görülen Amerikan Doları para değildir; elinde bulunduran kişiye belli miktarda altını talep etme yetkisi veren bir belgeden ibarettir. Para altına bağlanmamıştır; paranın kendisi altındır ve Amerikan Doları altının el değiştirmesini kolaylaştırmak için üretilmiş kağıt parçasından ibarettir. Örneğin 1 ons altına karşılık gelen kağıt parçası miktarı 35 Amerikan Doları olarak belirlenmiş olabilir. Aynı şekilde Pound, Franc, Lira gibi ulusal kağıt parçaları, belli ağırlıkta altını (parayı) temsil eder. Dolar veya Lirayı elinde bulunduran herhangi bir kişi, o kağıt parçasını üreten şirkete (bankaya) gidip ibraz ederek parasını alabilir. Mevduat bankası nasıl para kazanır? Bankanın müşterilere vermiş olduğu hizmet muhafaza hizmetidir ve açıktır ki müşteriler bu hizmeti değerli bulur. Hizmet karşılığında müşterilerden belli dönemlerde belli miktar veya oranda para talep eden bankanın kazancı bu şekilde gerçekleşir. Bir şirket, paralarımı muhafaza ediyorsa ve talep ettiğim zaman parayı

Para nedir, nasıl ortaya çıkmıştır, ne işe yarar?

Fiyatın takas ekonomisinde nasıl serbestçe oluşabileceğini gördükten sonra paranın nasıl ortaya çıkmış olabileceğini inceleyeceğiz. Basit bir örnekle başlayarak paranın altında yatan mantığı kavramaya çalışalım. Dolaylı mübadele fikri Ali’de tereyağı, Ayşe’de ayakkabı, Ahmet’te ise yumurta var. Gönüllü ilişkiye girdikleri takdirde ilişkinin taraflarının kâr etme amacıyla hareket etmiş olacağını biliyoruz. Ancak bu sefer ufak bir sorun var: Ali ayakkabı talep ediyor, Ayşe yumurta talep ediyor ve Ahmet ise tereyağı istiyor. Ali, ayakkabıyı almak için Ayşe’ye gittiğinde Ayşe onun teklifiyle ilgilenmiyor; çünkü Ayşe tereyağı istemiyor. Ayşe ısrarla yumurta istediğini belirtiyor. Ahmet, tereyağını kabul etmeye hazır olsa da Ali’nin yumurta talebi yok. Para fikrinin ilk adımı ortaya çıkıyor. Ayakkabıyı elde edebilmek için Ali önce Ahmet ile takas yapıyor; tereyağını verip yumurtayı alıyor. Yumurtayı daha sonra Ayşe’deki ayakkabıyla takas ediyor. Sonuçta üçü birden kâra geçmiş oluyor. Yumurtayı elde etmesinin sebebi onu tüketmek değil, bir süre sonra takas ederek asıl elde etmek istediği mala sahip olmak. Ali’nin elinde tereyağı olmasına rağmen önce yumurtayı alması ve onunla daha sonra asıl istediği malı (ayakkabı) takas etmesi bizlere bir ipucu veriyor. Satılması görece daha kolay olan (more marketable) malı elde etmek için çaba sarf ediyor. Daha kolay satılabilecek (elden çıkarılabilecek) olan malı elde eden Ali’nin asıl istediği mala ulaşması eski durumuna göre daha kolay oluyor. Daha uç bir örnekle bu mantığı pekiştirmeye çalışalım. A kişisinde teleskop var ve el arabasına sahip olmak istiyor. A’nın öyle bir kişiyi bulması gerekiyor ki bu kişi hem teleskop talep etsin hem de el arabasına sahip olsun ve el arabasını elinden çıkarmaya hazır olsun. İhtimalin zorluğu direkt olarak göze çarpıyor. B kişisinde el arabası var; ancak B’nin teleskop talebi yok. A’nın yapacağı şey, B’nin kabul etmeye hazır olduğu bir malı elde etmek ve bununla el arabasını takas etmeyi önermek. Teleskop yerine süt önerirse B’nin kabul etme ihtimali daha fazla olacaktır. A; buğday, şeker, tuz vb. malları elde ederse istediği el arabasını elde etmeye daha çok yaklaşacak. Zira bu tip mallar daha fazla kişi tarafından kabul edilebilecek mallar (more marketable). Daha kolay satılabilir mallar keşfediliyor Yukarıda kurduğumuz mantık daha da ilerletiliyor ve insanlar daha kolay elden çıkarabilecekleri malları elde etmek için çaba sarf ediyor. Çünkü asıl talep ettikleri malları bu şekilde elde etmek çok daha kolay. Yumurtadan daha kolay elden çıkarılabilecek mallar zamanla ortaya çıkıyor. Örneğin tuz. Tuz, görece daha fazla insanın elde etmeye hevesli olduğu kolay satılabilir bir mal. İnsanlar bunu keşfettikten sonra artık üretmiş oldukları mal veya hizmetleri tuz karşılığında insanlara sunuyorlar. Bir mal verip karşılığında tuz alan kişi, tuzu tüketme amacı taşımıyor. Mübadele aracı olarak kullanmayı amaçlıyor. Dolayısıyla bazı mallar belli dönemlerde ve belli toplumlarda mübadele aracı olarak kabul ediliyor. X toplumunda tuz, mübadele aracı olarak kullanılıyorken gittikçe daha fazla insan tarafından kabul ediliyor. Çünkü daha fazla insanın tuzu mübadele aracı olarak kabul etmesi o insanlar için de daha avantajlı bir durum yaratıyor. Tüketim için tuz tercih etmeyen insanlar bile tuzu mübadele aracı olarak kabul etmeye hevesli hale geliyor; çünkü tuzu elden çıkarıp karşılığında istedikleri malları elde etmeleri mümkün oluyor. Bir mal bir toplumdaki insanların geneli tarafından mübadele aracı olarak kabul edildiği zaman karşımıza yepyeni bir kavram çıkıyor: Para. Para, genel olarak kabul edilmiş mübadele aracıdır. Bir toplumda tuz daha kolay satılabilir bir mal olarak görüldüğü takdirde artık daha zor satılabilir malların mübadele aracı olarak kullanılması gittikçe azalıyor. Tuz, yumurtanın veya daha zor satılabilecek başka bir malın genel kabul görmüş mübadele aracı olarak kullanılmasını engelliyor. Peki tuzu iyi bir mübadele aracı yapan özellikleri nedir? Kaliteli bir mübadele aracının özellikleri: Taşıma kolaylığı, dayanıklılık, bölünebilirlik, homojenlik ve amaçlanan işlemler için uygun boyut/ağırlık. Bu özellikler sayesinde insanlar tuzu mübadele etmek amacıyla elde ediyor ve bundan sonra talep ettikleri malların subjektif bir şekilde oluşan değerleriyle orantılı olarak tuzu takas ediyor. Tuzu taşımak ve bölmek kolay, bölünse dahi tüm birimleri homojen. X malı için 100 gr tuz takas ediliyorsa, Y malı için 1200 gr tuz takas edilebilir. Aynı özellik teleskopta veya inekte bulunmuyor. Düşük değerli mal ile takas etmek istense teleskopu veya ineği bölmek mümkün değil; zira bölündüğü takdirde bu malların özelliği kayboluyor. Genel kabul görmüş mübadele aracı (para) artık bütün işlemlerin bir tarafını oluşturuyor. İnsanlar direkt takası bırakıp böylece dolaylı takası benimsiyor. Toplam para miktarının önemi fark ediliyor Örnekteki toplumda tuz para olarak kullanılıyor. Yani toplumun çok büyük çoğunluğu bütün işlemlerinde tuzu bir ödeme aracı olarak kabul ediyor ve bunu yapmasının sebebi tuzu başka bir malla değiştirme planı kurmuş olması. Toplumda para olarak kullanılan tuz miktarı belli sayıdayken sorun çıkmıyor, çünkü hesaplama yaparak malların tuz karşılığı değerlerini belirlemek zor olmuyor. Bir süre sonra para olarak kullanılan tuz miktarı artmaya başlayınca bir sorun ortaya çıkıyor. Çok fazla miktarda piyasada dolaşan tuzun birim değeri (tuzun diğer malları satın alabilme gücü) doğal olarak düşüyor; zira arz-talep kuralı para için de geçerli. Para olarak kullanılan tuz miktarı arttıkça diğer tüm ürünlerin fiyatı da doğal olarak artıyor; çünkü insanlarda para olarak kullanılabilecek çok fazla miktarda tuz var. Bir ürün için daha fazla tuz talep etmek bu sayede mümkün hale geliyor. Çünkü bütün mallar, mallara karşılık gelebilecek toplam tuz miktarına göre fiyatlanıyor. Para olarak kullanılan malın toplam miktarı çok fazla arttığı takdirde toplum artık o malı para olarak kullanmaktan vazgeçiyor; çünkü o paranın gelecekteki değeri hakkında yakın tahminde bulunmak zor ve artık bir ürünü almak için zamanla daha fazla para (örnekte tuz) elde etmek gerekiyor. Ağaç yaprağının para olarak kabul edildiğini varsayalım. Ağaç yaprağı elde etmek ve bunları piyasaya sokmak kolay olduğu için zamanla çok fazla yaprak (para) piyasaya dahil olursa artık yaprağın para olma özelliği kaybolur. Her bir yaprak parçası değersiz bir mal haline gelir. Tuzun yerini zamanla alkol, arpa, şeker, tütün, kakao çekirdeği, deniz kabuğu, bakır gibi mallar alıyor. Bütün bu malların tarihte para olarak tercih edilmesinin altında yatan sebep her zaman aynı. İnsanlar, alış-verişi kolaylaştırabilmek için daha kolay satılabilir, saklanabilir, bölünebilir, taşınabilir, arzı (toplam miktarı) görece stabil malları mübadele aracı olarak benimsiyor. Benimsedikleri herhangi bir paranın miktarı zamanla çok fazla artarsa artık o mal değersiz hale geliyor ve başka bir mal para olarak kullanılıyor. Değerli metaller rakiplere galip geliyor Tarih boyunca deniz kabuğu, sigara, tuz, şeker gibi malların dışında değerli metaller para olarak kullanılıyor. Para olarak kullanılan değerli

Fiyat nedir, ne işe yarar, nasıl belirlenir?

Daha önceki yazıda ilkel durumdaki bir ekonominin gelişmesinin ilk adımlarını inceledik. Tasarruf yaparak risk alan ve kafasındaki yeni fikri uygulamaya geçiren, bunun için sermaye malı üreten kişiler sayesinde ekonominin gelişmesi mümkün hale geldi. Tasarruf yapmayan veya yapamayan kişiler de kredi sayesinde refahlarını artırabildi. Adaya yeni insanlar geldi ve hepsi aynı mantıkla ekonomik faaliyette bulundu. Sermaye malına sahip olmayanlar, emekleriyle doğadaki kaynakları dönüştürdü. Kimisi tasarruf ve yatırımla refahını artırdı, kimisi bir başkasının tasarruflarını ödünç alarak refahını artırdı. Adada artık yüzlerce insan var. Adanın ekonomisi sadece balıktan oluşmuyor; demirci, marangoz, aşçı, çiftçi gibi birçok insan adada yaşıyor. Her bir insan, adadaki bir başka insana bir ürün veya hizmet sunuyor. Ancak hangi ürün hangisinden daha değerli? Hangisi daha çok balığa (refaha) sahip olmalı? Bütün bunların fiyat mekanizması sayesinde sorunsuzca işlediğini göreceğiz. Fiyat nasıl oluşur? Fiyat kavramını kafamızda daha iyi oturtabilmek için bir örnek üzerinden gideceğiz. Adada henüz para diye bir şey yok. İnsanlar ürünleri dolaysız bir şekilde, direkt olarak takas ediyorlar. Takas ekonomisinde fiyatların nasıl oluştuğunu anlamak daha sonra parayı anlamamızı sağlayacak. Herhangi bir piyasada bir ürünün birim miktarıyla bir başka ürünün birim miktarı takas edilir. Fiyat, bu birimlerin birbirine oranıdır. Ali ve Ayşe, muz ve elmaları değiş tokuş etmek için bir araya gelecek (piyasa oluşturacak). Örneği basitleştirmek adına, her ikisi de en fazla 4 elma ve 4 muz elde edebiliyor. Yani 25 farklı kombinasyon mümkün (4 elma ve 4 muz, 3 elma ve 0 muz, 1 elma ve 2 muz vs.). Grafikte Ali’nin bu kombinasyonlar arasındaki tercih sıralaması görünüyor. En çok değer verdiği seçenek 1 numara iken en az değer verdiği seçenek 25 numara: İlk bakışta Ali elmayı muzdan daha çok seviyor gibi görünüyor. Örneğin Ali’nin elinde muz veya elma yoksa ve sadece 1 adet ürün seçmesi gerekse, elmayı seçecek. Tablo bunu bize gösteriyor. En alt sırada 0E ve 0M varken; 1E ve 0M seçeneği 23. sırada, 0E ve 1M seçeneği 24. sırada. Daha üst sırada olan seçenek, Ali’nin daha çok değer verdiği seçenek. Asla unutmamamız gereken nokta: Her insan gibi Ali de ürünlere birim birim değer veriyor. Elinde hiç ürün yokken 1 adet ürün seçmesi gerekse elmayı daha değerli görüyor; ancak elinde zaten 1 adet elma varken bir başkasının ona 1 adet elma veya muz önermesi halinde Ali muzu seçecek. Çünkü 1 elma ve 1 muz seçeneği 17. sıradayken; 2 elma ve 0 muz seçeneği 21. sırada. Ali, her insan gibi daha fazla ürünü daha az ürüne tercih ediyor. 17. ve 19. sıralara baktığımızda Ali daha az sayıda ürüne daha fazla değer veriyormuş gibi görünüyor. Garip değil mi? Elbette değil. Ali’ye göre 1 elma ve 1 muza sahip olmak 3 elma ve 0 muza sahip olmaktan daha değerli; çünkü Ali farklı iki ürüne sahip olmayı tek çeşit ürüne sahip olmaktan daha değerli görüyor. Dolayısıyla garip veya irrasyonel bir durum yok. “Ali, elmaya/muza daha çok değer veriyor” gibi bir önerme mümkün değil; tıpkı insanlar suya elmastan daha fazla değer veriyor önermesinin mümkün olmaması gibi… Bütün bunlar tercihte bulunacak kişilerin halihazırda neye sahip olduğuna ve önlerindeki seçeneklerin ne olduğuna bağlı olarak değişiklik gösterebiliyor. Her insan gibi Ali de yukarıdaki tabloyu bir kural veya matematiksel hesaplama şeklinde oluşturmuyor. Subjektif değerleri daha rahat anlayabilmek için bu tabloyu oluşturup işleri kolaylaştırdık. Gerçek hayatta bir tercihte bulunurken Ali de hepimiz gibi mümkün olan en üst sıradaki seçeneği o anki bilinciyle tercih ediyor. Örneği zorlaştırmamak adına Ayşe’nin tercih sıralamasının Ali’ninkiyle aynı olduğunu kabul ediyoruz. İkisinin ellerinde farklı ürünler olacağı için tercihleri de ona göre şekillenecek. Bir takas yapmaya karar verdikleri anda her ikisi de kendi tercih sıralamalarında daha üst sıraya geçecekler, yani her ikisi de kendilerince daha değerli olan seçeneği tercih edecek; yani her ikisi de kâr edecek. Ali ve Ayşe bir araya geliyor ve Ali’nin elinde 4 elma ve 0 muz var iken (16. sırada) Ayşe’nin elinde ise 0 elma ve 4 muz var (18. sırada). İlk bakışta varabileceğimiz sonuçlardan bir tanesi, farklı damak zevkleri olsa dahi ellerindeki malları değiş-tokuş ettikleri takdirde her ikisi birden eskiye göre daha iyi bir duruma geçebilir. Takas sonucunda ellerinde kalan meyvelerin sayısı farklı olsa da subjektif değerlemeleri her ikisini de daha avantajlı bir konuma taşıyabilir. Alttaki tabloyu da inceleyerek muhtemel tercihleri anlamaya çalışalım: Gönüllü gerçekleşen ilişkide her iki tarafın da kâra geçtiğini biliyoruz. Her ikisinin de birbirlerine önerdikleri fiyatları kabul etmeme ve herhangi bir zamanda değiş tokuştan vazgeçme hakkı bulunuyor. Öyleyse yapacağımız ilk tespit, hangi fiyatta anlaşırlarsa anlaşsınlar Ali için 17’den 25’e kadar olan seçenekler ihtimal dışında kalacak. Ayşe için ise 19-25 seçenekleri ihtimal dışı. Her ikisi de bulundukları konumdan daha yukarıdaki bir konuma geçmeyi arzuluyor. Fiyatın 1 elma = 1 muz olarak kabul edilmesi durumunda: 1 elma ile 1 muzu takas ederlerse Ali 12. sıraya (3E 1M) yükselecek. Bu durumda Ayşe 13. sıraya yükselecek. Ancak daha da üst konuma ilerleyebilirler. Ellerindeki meyvelere bakıp tekrar düşündüklerinde ekstra 1’er elma ve muzu takas etmelerinin her ikisi için daha kârlı olduğunu fark ediyorlar: Her ikisi de 11. sıraya (2E 2M) yükseliyor. Eğer birer meyve daha takas ederlerse Ali daha alt sıraya (13. sıra – 1E 3M) düşecek. Öyleyse 1:1 oranla gerçekleşen takasta 2’şer meyveyi değiş tokuş edebilirler. Bu durumda 1 elmanın fiyatı 1 muzdur; 1 muzun fiyatı 1 elmadır. Ancak başka seçeneklerin ve tercihlerin oluşması mümkün: Farz edelim ki Ali şöyle bir teklifte bulunuyor: “Bana 2 muz verirsen sana 1 elma veririm. Bunun dışında bir seçeneği kabul etmiyorum. Bunda anlaşamazsak çekip gideceğim.” Ayşe bu öneriyi kabul ederse kâra geçer mi? Tabloya baktığımızda kâra geçeceğini görüyoruz. Ayşe 15. sıraya (1E 2M) yükselir. Ali ise 7. sıraya (3E 2M) yükselmiş olur. Bu durumda 1 elmanın fiyatı 2 muzdur; 1 muzun fiyatı 1/2 elmadır. Farz edelim ki Ayşe şöyle bir teklifle geliyor: “Bana 2 elma verirsen sana 1 muz veririm. Bunun dışında bir seçeneği kabul etmiyorum. Bunda anlaşamazsak çekip gideceğim.” Ali kabul ederse 14. sıraya (2E 1M) yükselecek. Ayşe ise 8. sıraya (2E 3M) yükselecek. Bu durumda 1 elmanın fiyatı 1/2 muzdur; 1 muzun fiyatı 2 elmadır. Fark edileceği üzere bir başka seçenek daha mümkün: Ali’nin spesifik olarak 3 muz talep ettiğini ve karşılığında 1 elma vermeye razı olduğunu düşünelim. Ayşe bunu kabul ederse kâra

Temel iktisada giriş – Crusoe Economics

Ekonomiye doğru bir mantıkla yaklaştıktan sonra oldukça ilkel bir ekonomik durumdan daha refah bir seviyeye geçmenin nasıl mümkün olabildiğine bakacağız. Önceki yazıyı da dikkate alarak ekonomi tanımı yapmamız artık daha kolay. Ekonomi, doğada alternatifleri de bulunan kıt malların, en acil (en çok tercih edilen) talepler için tahsis edilmesidir. Bir bölgedeki ekonominin nasıl geliştiğini anlamak için hayali bir adamız ve insanlarımız olacak. Hikayedeki bazı unsurlar, meselenin temel mantığını daha rahat kavramak adına basitleştirilecek. Her bir gelişmeyle beraber iktisadi terimleri de öğreneceğiz ve yavaş yavaş modern karmaşık ekonomiyi anlayabilir hale geleceğiz. Mevcut ilkel ekonomik durum: Emek Ali, Ayşe ve Mehmet ıssız bir adada yaşar. Adanın ekonomisi tek bir üründen oluşur: Balık. Adanın çevresindeki sığ sularda balık bulmak mümkündür ve bu üç arkadaş her gün saatlerce emek harcayarak çıplak elleriyle balık tutar. Her biri her gün 1’er balık yakalayıp yiyerek gününü geçirir ve ertesi güne uyanır. 1 balık, her birinin bir günü çıkarabilmesine yetecek özelliklere sahiptir. Balığı çıplak elle yakalamak o kadar zahmetlidir ki başka bir şey yapmaya vakit bulamazlar. Üç arkadaşın lüks barınaklarda yaşaması, çok kaliteli kıyafetler giymesi, çok lezzetli farklı yemekler yemesi, çılgınca eğlenmeleri, kaliteli ve rahat bir eğitim almaları, en üst seviyede sağlık hizmeti almaları mümkün değildir. Çünkü adanın ve üç arkadaşın mevcut durumu buna izin vermez. Zenginleşmenin ilk adımları: Yeni fikir ve zaman tercihi Her gününü aynı şekilde yaşayıp refaha ulaşamamaktan şikayet eden Ali düşünüp hayal kurmaya başlar. Balığı yakalamak zordur çünkü balık kaygan ve hareketlidir. Çıplak elle balığı tutup kavramak bu yüzden zorsa, bir aletle balığın kaçmasını zorlaştırmak mümkün olabilir mi? Ali’nin aklına bir ağ yapma fikri gelir. Bir ağa sahip olursa balıkları o ağın içine alıp yakalaması daha kolay olabilir. Böylece aynı refahı elde edebilmek için çok daha az çaba harcayacaktır. Ayşe ve Mehmet, ağaç kabuklarından ip yapmaya başlayan Ali’nin balık yakalamaya çalışmadığını görünce şaşırır. Ali, balık tutmaya gitmeyerek kendi hayatını tehlikeye atmaktadır; çünkü yakalayıp yiyebildikleri tek gıda balıktır. Ayşe ve Mehmet o gün de balık yakalayıp yedikleri için rahat ve toktur, Ali aç ve yorgundur. Günün sonunda Ali, bir ağ yapmayı becerir. Az tüketim (tasarruf) ve risk alma sayesinde Ali artık bir sermaye malına sahiptir. Ürettiği ağ ile günde 1’den fazla balık yakalama ihtimali artmıştır. Ağın işe yarayıp yaramayacağı henüz belli değil. İpler veya sopa sağlam olmayabilir. Ali’nin ağ ile balık tutma yeteneği de olmayabilir. Deneyip görmesi gerekecek. Ali suya girer ve yeni aletiyle beceriksiz bir şekilde bir şeyler yapmaya çalışır. Bir süre sonra işi kavrar 1 adet balık yakalar. 1 saat sonra ikinci balığını da yakalamıştır. Ali, az tüketerek (tasarruf yaparak) ve risk alarak üretmiş olduğu alet sayesinde artık eskisinden daha az çaba harcayarak eskisinin 2 katı kadar balık yakalamıştır. Ali’nin ekonomisi ikiye katlanmıştır. Ayşe ve Mehmet çıplak elleriyle birer balık yakalarken, Ali üretmiş olduğu alet sayesinde çok daha kısa sürede daha fazla balık yakalar hale gelmiştir. Dikkat edersek Ali’nin hem tüketmeye devam etmesi hem de aynı zamanda alet üretmesi mümkün değildir. Hem Ali’nin hem de adanın mevcut durumu buna izin vermemektedir. İnsan, emeğini hem tüketmeye hem de üretime yöneltmeye (örnekte alet yapmaya) aynı anda özgüleyemez. Zaman, kıttır. Kıt olan zaman, sadece tek bir seçeneğe özgülenebilir. Ya şu anda balık tutma eylemi tercih edilecektir ya da gelecek zamanda daha fazla balığı elde etmeyi umarak şu anda bir sermaye malı üretilecektir. Ali, tüketimini azaltmıştır ve bu durum onu kısa bir süre zorlayacaktır. Ancak Ali’nin durumu bu sayede gelecekte daha iyi olacaktır. Ali’nin eylemi yatırımdır. Zaman tercihi (time preference), aynı malın daha yakın gelecekteki x miktarıyla daha uzak gelecekteki y miktarı arasında seçim yapmaktır. Normal şartlarda insan bir malı uzak gelecekte değil, daha yakın gelecekte elde etmeyi tercih eder. Örneğin; Ayşe şu andaki 1 adet balık ile ertesi günkü 1 balık arasında tercih yapmak zorunda kalsa daha yakın zamanı tercih edecektir. Demek ki insanın normal ilkel şartlarda zaman tercihi yüksektir. Şu anda 1 balık ile ertesi günkü 4 balık arasında seçim yapmak zorunda kalan Mehmet’in tercihi ne olabilir? Bu cezbedici ihtimalde Mehmet yarınki 4 balığı tercih edebilir. Ancak bunun için yukarıda anlattığım şekilde az tüketim ve risk alması gerekecektir. Daha da önemlisi, şimdiki zamana özgüleyebileceği kaynakları gelecekteki kullanımı için özgülemesi gerekir. Bu durum, insanın zaman tercihinin düşük olduğunu gösterir. Not: Zaman tercihini anlamak, faiz kavramını anlamanın ön koşuludur. Sonraki yazılarda para, faiz ve iş döngüsünü (boom-bust cycle, trade cycle, business cycle) incelerken zaman tercihinden faydalanacağız. Refahın paylaşımı: Herkes nasıl zenginleşecek? Girişimci Ali’nin parlak bir geleceği var gibi görünüyor. Ancak Ayşe ve Mehmet ne olacak? Ali’nin yapmış olduğu eylemler adada bir eşitsizlik yaratmadı mı? Ali, diğer iki arkadaşına zarar vermiş mi oldu? Böyle giderse iki arkadaşı daha kötü duruma mı düşecek? Yoksa Ali’nin daha fazla zenginleşmek istemesi, iki arkadaşının da zenginleşmesine mi yol açacak? Ali’nin ağ ile kısa bir süre balık tutup kalan boş zamanında başka şeyler yaptığını fark eden Ayşe ve Mehmet, Ali’den ağı kendileriyle paylaşmasını ister. Ali başka şeyler yaparken ağ boşta durmaktadır. Paylaşmamak açgözlülük değil midir? Az tüketerek aldığı riski düşünen Ali, endişeye kapılır. Bulduğu fikir ve yaptığı fedakarlık sayesinde ürettiği balık ağını Ayşe ve Mehmet kırarsa ne olacaktır? Alıp da geri vermezlerse ne olacaktır? Ali’nin kafasındaki bütün refah planları böylece suya düşebilir. İkisine de kendi ağlarını kendilerinin yapmasını önerir. Ayşe ve Mehmet ağ yapmayı becerememekten korkarlar, çünkü aldıkları risk sonucunda başarısız olabilir ve aç kalabilirler. Ayşe ve Mehmet’in aklına bir fikir gelir. Ali’nin ödünç vereceği her balık karşılığında daha sonra Ali’ye 1 adet balığı geri vermeyi teklif ederler. Ali bu fikri de şüpheyle karşılar. Kendi üretkenliği ve girişimciliği sayesinde yakaladığı balıkları arkadaşlarına verirse onların tatil yapmayacağını nereden bilebilir? Belki de başarısız olacaklar. Ali’nin birikimleri bir hiç uğruna yok olabilir. Şu anda 1 balığı ödünç verip daha sonra yine 1 balığı geri alma ihtimali, Ali’yi doğal olarak cezbetmez. Ayşe ve Mehmet’in talebi, Ali’nin hiçbir şekilde çıkarına fayda sağlamayacak bir risk almasıdır ve bunun makul bir talep olmadığını fark ederler. Finansal bir fikir doğuyor Ayşe başka bir fikirle gelir. Ali’den ödünç balık ister ki kendi ağlarını yaparken aç kalmasınlar. Ağı tamamlayıp balık tutmaya başladıktan sonra da Ali’ye 2 adet balığı geri verebilirler. Ali için bu %100 kâr demektir. Hiçbir şey yapmadan(!) kâr etme fikri Ali’yi