Devlet paramıza nasıl el koydu ve paramızla ne yapıyor?

Para, belli bir toplumda genel kabul görmüş mübadele aracıdır. Tarih boyunca toplumlar iktisadi bir malı mübadele aracı olarak kabul etmiş ve bu sayede iş birliğini, üretimi, refahı artırmışlardır. Para, genel kabul gördüğü ve herhangi bir ürün veya hizmeti satın alabildiği için ayrı bir öneme sahiptir. Paranın bu özelliğinin kaybolmaması için gereken en temel koşullardan biri paranın arzının kısıtlı olması, yani para miktarının fazlaca artırılamamasıdır (ayrıntılı bilgi için bkz: Para nedir, nasıl ortaya çıkmıştır, ne işe yarar?) Serbest bankacılık ve arzı kolayca artırılamayan para sayesinde bir piyasada paranın satın alma gücü ve fiyatlar serbestçe, yani arz-talep durumuna göre ortaya çıkar. Serbest piyasada denge fiyatı artan ürünlere olan talep zamanla düşmeye eğilimli olacaktır. Diğer her şey sabitken bir ürünün fiyatının artması, o ürüne olan talebi azaltır. Piyasada bütün ürünlerin fiyatlarının sürekli artmasını engelleyen şey, para miktarının sınırsız olmaması ve insanların taleplerini mecburen kısmak zorunda kalmalarıdır. Bir sektörde gerçekleşen fiyat artışı o sektöre olan talebi azaltır ve başka bir sektöre talep artar veya insanlar paralarını bir süre saklayıp gelecekte kullanmak ister. Ancak özellikle 20. yy’den itibaren fiyatlar sürekli artar, buna rağmen talep de sürekli artar ve sonsuz bir döngü oluşur. Normal şartlarda gerçekleşmesi mümkün olmayan bu durum, nasıl mümkün hale gelmiştir? “Tüketim çılgınlığı” kapitalizmin, yani serbest piyasanın bir özelliği midir yoksa fark etmesi daha zor olan başka bir olay mı devamlı tüketime teşvik eder? 1-) Parada (altında) sahtecilik Parada sahteciliğin ilk yöntemi, para olarak seçilen iktisadi malın miktarında (ağırlığında) değişiklik yapmaktır. Paranın kontrolünü elinde bulunduran banka (veya kral, padişah vs.) ticaret yaptığı kişiye 10 gr altın (gümüş veya başka bir maden de olabilir) verdiğini söyler; ancak o altının bir kısmını söküp yerine başka bir metal veya belli olmayacak bir karışım eklemiştir. Toplam miktar 10 gr olmasına rağmen saf altın miktarı 9,5 gr olur. Altını alan kişi bir süre sonra bunu fark ettiği zaman 0,5 gr altını çoktan çalınmıştır. Bu dolandırıcılık yöntemi fark edildikten sonra bundan kaçınmak için yöntemler geliştirmek kolaylaşır. Alış verişlerde kullanılan altın ayrıntılı bir şekilde incelenebilir ve kaç gr saf olduğu tespit edilebilir. Böylece bu yöntem ancak geniş yetkileri olan merkezi kurumlar tarafından zora dayalı olarak uzun süre devam ettirilebilir. 2-) Kağıt parada sahtecilik Kağıt para aslında para değildir. Taşıma kolaylığı ve güvenliği sebebiyle altının ağırlığına karşılık gelen ve hamiline altını talep etme hakkı doğuran bir belgedir. Bir bankanın kasasında 100 kg altın varsa o altınların tamamı müşterilere aittir. Müşteriler ise altının kendisini kullanmak yerine bankanın çıkardığı ilgili kağıt parçalarını (günümüzde “kağıt para”) kullanır. Altın, yani insanların parası güvenilir (?) ellerdedir. İnsanlar altını nasıl olsa tüketim amacıyla kullanmayacakları için çoğu zaman kağıt parçalarıyla hayatlarını devam ettirir. Bir süre sonra bankanın dikkatini çeken bir durum oluşur: Bankanın müşterilerinin tamamının aynı anda gelip kağıt parçalarını ibraz ederek paralarını geri istemeleri neredeyse imkansızdır. Çünkü toplum, parayı mübadele aracı olarak kullanır, müşterilerin belli bir kısmı paralarını talep edecek olsa da hiçbir zaman hepsi talep etmeyecek gibidir. Banka bu durumu kendi lehine çevirebilir mi? Mademki bütün müşterilerin aynı anda paralarını talep etmesi çok düşük ihtimaldir, öyleyse bankanın ekstra kağıt parçası düzenleyip piyasaya sürmesi risksiz bir faaliyet değil midir? Kasasında 100 kg altını ve piyasada 100 birim kağıt parçası olan banka, ek olarak 20 birim kağıt parçası düzenler ve bunu bir ürün veya hizmet satın almak için kullanır. Normal şartlarda piyasada güvene sahip olan bu bankanın kağıdı kimseyi şüphelendirmeyecektir ve herkes o kağıt karşılığı ürün veya hizmet sunmaya isteklidir. Çünkü o kağıt parçasının karşılık geldiği bir altın miktarı vardır. Tam bu noktada önümüzdeki tablo nedir? Kasasında 100 kg altını ve piyasada 120 birim kağıt parçası olan banka ve 20 birimlik kağıt parçası karşılığında bankaya ürün satmış olan birey. Farz edelim ki bütün müşteriler aynı anda kağıt parçalarını bankaya ibraz edip altınlarını talep ettiler. Banka, 120 birimlik kağıt parçasına karşılık gelen 120 kg altını müşterilere vermek zorunda kalır. En son 20 birimlik kağıt parçasını elinde bulunduran kişiye 20 kg altın veremeyecektir, çünkü kasasında baştan beri 100 kg altın vardır. Normal şartlarda bu durum mülkiyet ihlalidir ve bankanın o borcunu bir şekilde ödemesi gerekir. Bankanın bu şekilde sürekli olarak faaliyette bulunması, silah tehdidi uygulamasıyla olur. Zira silah tehdidi (zorlama) yoksa mülkiyet, mülkiyetin asıl sahibinin eline geçecek şekilde düzenlenecektir. Bu yöntem, tarihte kimi bankalarca kullanılmıştır ve bu bankalar müşterilerinin aleyhine zenginleşmiştir. Piyasada 500 birim parası dönen bankanın kasasında bu 500 birimin bir kısmı gerçek para (altın, gümüş vs.) olarak durur. Bu kısmi rezerv sistemi, ilerde merkezi otoritelerin de dahil olmasıyla yıkıcı sonuçlara sebep olacaktır. 3-) Bankaların bankası doğuyor: Merkez bankaları ne işe yarar? Günümüzdeki merkez bankalarına (MB) benzer ilk örnek 1694’te kurulan Bank of England idi. 1844 Bank Charter Act ile beraber yetkileri de genişledi. Zamanla diğer büyük ülkelerde benzer şekilde merkez bankaları kurdu ve nihayet ABD’de FED‘in kurulması 1913’te gerçekleşti. Merkez bankası kağıt üstünde “özel” de olsa her zaman merkezi örgütün kontrolünde bir tekeldi ve temelde 2 rolü vardı: a-) Devletin borçlarını finanse etmek ve b-) ülkedeki bankaların monopolü haline gelip serbest piyasadaki paranın sınırlı olma özelliğini ortadan kaldırarak sürekli bir şekilde parasal genişlemeye başvurmak. MB, devlet tarafından kabaca “bankaların bankası” ve son başvurulacak kredi mercii (lender of last resort) olarak kabul edildi. Kağıt para basma yetkisi ve tekeli MB’ye tanındı. Devletin yaptığı harcamalar normal şartlarda altına bağlıydı, çünkü paranın kendisi altındı. MB ise kasadaki altın miktarından daha fazlasına denk gelecek şekilde kağıt para bastı ve bu şekilde devletin sürekli borçlanmasına, sürekli harcama yapmasına, genişleyip güçlenmesine yardım etti. MB artık devletin kasası ve bütün bankaların bankasıydı. Herhangi bir banka borçları yüzünden batacak gibi olursa MB’nin desteğiyle batmaktan kurtulabiliyordu. Halbuki müdahalesiz piyasada batacak olan bir şirket ancak borçlarını ödeyerek veya alacaklılar tarafından affedilerek batmaktan kurtulabilirdi. Bütün bu süreçte “fakirlere yardım, eşitlik, adalet” gibi kavramlar bahane olarak bol bol kullanıldı. En yıkıcı savaşlar, en yüksek kamu harcamalarının gerçekleştiği dönem, merkez bankalarının kurulup güçlendiği dönemlerde oldu. Kısmi rezerv bankacılığı devlet, merkez bankası ve diğer bankaların el birliğiyle tekelleştirildi. 1933’te Franklin D. Roosevelt başkanlığındaki ABD yönetimi, vatandaşların ellerindeki altınların FED’e devredilmesini ve karşılığında kağıt banknot verilmesini emreden bir karar aldı. Altın bulundurmak ve altını devlete teslim etmemek artık suçtu. Great Depression‘ın suçu borsaya, şirketlere, serbest piyasaya atıldığı için para konusunda köklü değişimlere gitmek artık daha kolay olacaktı. 1944’te devletler bir araya gelerek Bretton Woods sisteminde anlaştılar. Buna göre ABD Doları,