“Neden iyiyiz ya da iyi olmak zorundayız? Ahlak nedir, iyilik/kötülük nedir?” gibi soruların önemli olduğunu düşünüyorum. Birçoğumuz hırsızlık yapmamamız, başkasını yaralamamamız/öldürmememiz gerektiğini düşünsek de bu gibi sonuçlara temel sağlayan şeyin ne olduğunu düşünmüyoruz. Bu yazıda ahlaktan ne anladığımı ve ahlakımı hangi temellere dayandırdığımı açıklamaya çalışacağım.
Aslında bu kadar karmaşık bir konuyu 2 basit ilkeyle açıklamak mümkün:
1- Karşılıklı rıza
2- Üçüncü kişilerin zarar görmemesi
Bu iki ilkeyi ayrıntılandırmadan önce ahlakın subjektif olduğunu, kişiye, zamana ve mekana göre değişiklik gösterdiğini belirtmem gerekir. Bu sebeple evrensel bir ahlak yasasının olduğunu düşünmüyorum. 400 yıl önce bir köle sahibi olmak, o köleye istenilen her şeyi yaptırmak veya o köleyi satmak/satın almak insanların çok büyük bir çoğunluğu tarafından ahlaksızlık olarak algılanmıyorken günümüzde durum tam tersidir.

Geçmişte ahlaksızlık olarak görülen ancak günümüzde gayet normal olarak değerlendirilen birçok örnek verilebileceği gibi tam tersi örnekler de verilebilir. Bazı eylemlerin ahlakiliğinin toplumdan topluma değiştiği de gözlemliyoruz. Bugün ahlaksızlık olarak tanımladığımız bazı eylemleri gelecekte farklı yorumlamamız da olası. Bütün bunlar bizi bir sonuca ulaştırıyor: Evrensel bir ahlaktan bahsetmek mümkün değil.
Peki en kapsayıcı, en özgürlükçü, evrensele en yakın ahlak ilkelerini nasıl oluşturabiliriz?
Fikrimce, bu iki ilkeye de uyan eylemlerin gayriahlaki olduğu söylenemez. Aklımıza gelebilecek her eylemin bu iki ilke baz alınarak değerlendirilebileceğini düşünüyorum. Bir insanı yaralamak neden kötüdür? Bir insanı öldürmeyi ahlaksızlık olarak kabul etmemin sebebi nedir? Cevabı yukarıdaki iki ilkede gizli. Bu gibi eylemlerde taraflardan birinin rızası söz konusu olmadığı için bu eylemler ahlaka aykırıdır. Karşılıklı rızanın olduğu; ancak üçüncü bir kişinin zarara uğrayacağı durumlar da 2. ilkenin ihlalinden dolayı ahlak dışıdır. Aslında burada üçüncü kişiyi ilgilendiren bir durum söz konusu olduğu ve üçüncü kişinin buna rızası olmadığı için bir ahlaka aykırılık vardır. Dolasıyla ikinci ilke, birinci ilkenin bir alt kolu olarak da değerlendirilebilir.
Bir kadının mini etek giymesi, iki insanın evlenmeden cinsel ilişkiye girmesi, çok eşlilik, eşcinsellik, reşit olan taraflar arasındaki ensest ilişki, sadomazoşizm gibi konuları da bu kapsamda düşünürsek ahlaksızlık olarak nitelediğimiz bu şeylerin aslında çoğunluğun görüşünden farklı olan ve bu yüzden dışladığımız şeyler olduğunu fark ederiz. İnsan beyni, çok ilginç bir şekilde, kendi fikirlerinin en doğru olduğu ve bunlara ters gelen fikirlerin kesinlikle yanlış olduğunu benimseyecek şekilde evrimleşmiş olsa gerek. Fiziksel olarak bize benzemeyenlere karşı mesafeli olmamız yetmiyormuş gibi fikirleri farklı olan insanlara uzak durma eğilimimiz de var. İnsan beyninin bu eğilimiyle beraber içinde bulunduğumuz toplumun davranışları da böyle olmamızı tetikliyor. Doğumumuzdan itibaren neredeyse her şey toplum tarafından empoze ediliyor. Giyim tarzımız, cinsel yönelimimiz, hemcinslerimizle ya da karşı cinsle olan günlük ilişkilerimiz, dini ya da politik görüşlerimiz toplum tarafından zaten belirlenmiş durumda. Belirlenen bu özelliklerin aksi, kafamızda otomatik olarak “Yanlış!” uyarısının belirmesine sebep oluyor.
Şuradaki videoda gördüğümüz üzere sokak ortasında sarılmanın ahlaksızlık olduğunu, cezalandırılması gerektiğini, bu tip eylemlerin bu kişilere saldırmaya teşvik ettiğini düşünen insanların olduğu bir ülkede yaşıyoruz. Her insan kendi ahlak anlayışını başkalarına dayatmaya kalkarsa ne olur? Bazı insanlar bir kadının başını örtmesini özgürlüğün kısıtlandığını gerekçe göstererek ahlaksızlık olarak nitelendirirse ve bunu dayatmaya kalkarsa ne yapacağız? Buna karşılık başkaları da bir kadının başını örtmemesini kadının değerinin azaldığı gerekçesiyle ahlaksızlık olarak görürse?
Buradan da anlıyoruz ki ideal olan, herkesin rızaları çerçevesinde birbirleriyle herhangi bir ilişkiye girebilmesi ve bu duruma diğerlerinin müdahale edememesidir. Bir erkek 2 kadınla evlenmek istiyorsa ve kadınlar da buna tam anlamıyla özgür iradeleriyle onay veriyorsa bundan bize ne? Bir kadın 3 erkekle evlenmeden birlikte yaşamak istiyorsa ve erkeklerin özgür iradeleriyle verdikleri onay söz konusuysa nasıl oluyor da buna karışmaya cüret edebiliyoruz? İki erkeğin başka hiçbir canlıya zarar vermeden rızaları dahilinde cinsel ilişkiye girmelerinin yasaklanması gerektiğini söylerken nasıl bu kadar cesur olabiliyoruz? Bir tanrının var olduğu düşüncesini benimsemeyen insanları aşağılamak amacıyla “ateist” kelimesini hakaret olarak kullanırken nasıl oluyor da utanmıyoruz? Başörtülü bir şekilde eğitim almak mı yoksa başörtülü bir öğrenciyi eğitim hakkından mahrum etme çabaları mı ahlaksızlıktır?
Herhangi bir insana konu hakkındaki fikirlerini sorsak alacağımız muhtemel cevap şu olacaktır: “Başkasının özgürlüğünün başladığı yerde benim özgürlüğüm biter.” Halbuki asıl sorun özgürlük kavramından ne anladığımızdır. Özgürlüğün sınırlarını çizerken sıkıntı yaşıyor olmamız sağlıklı bir toplum oluşturamamamıza sebep oluyor. Söz gelimi erkek ve kadın öğrencilerin aynı yurt binasında kalmasının ahlaksızlık olarak görülmesi özgürlüğün tanımını yapmakta zorlandığımızın kanıtıdır. Başkalarının yaşam tarzına karışmamak, dile getirmesi popüler ve kolay, ancak uygulaması zor eylemlerden biridir.
Bireyin kendisine zarar verilmesine rıza göstermesi ya da homo sapiens dışındaki canlılar söz konusu olduğunda iyi/kötü veya doğru/yanlış kavramlarının nasıl belirleneceği daha zordur ve başka bir yazımın konusu olabilir; ancak kan ve göz yaşına, ölüm ve yaralanmalara, kavgalara, özgürlüklerin kısıtlanmasına sebep olan ahlak konusu bu kadar basit düşünüldüğü takdirde birçok sorunun üstesinden gelebiliriz.
Birey, ahlak ile sürünün bir fonksiyonu haline gelmesi için eğitilir ve ancak böyle bir fonksiyon olarak değer kazanır. Ahlak, bireyin içindeki sürü içgüdüsüdür.*